الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم
الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ الرَّحْمَٰنُ﴾
Rahman geniş rahmet sahibidir.
﴿عَلَّمَ الْقُرْآنَ﴾
Ezberinin ve manasının kolay anlaşılır olması ile insanlara Kur'an'ı öğretti.
﴿خَلَقَ الْإِنْسَانَ﴾
İnsanı kusursuz yarattı ve suretini güzelleştirdi.
﴿عَلَّمَهُ الْبَيَانَ﴾
Gönlündekini söz ve yazı olarak nasıl beyan edeceğini öğretti.
﴿الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ﴾
İnsanların, yılların sayısını ve hesabını bilmesi için Güneş ve Ay kesin bir ilim ile takdir edildikleri gibi hareket etmektedirler.
﴿وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ﴾
Gövdesi olmayan bitkiler ve ağaçlar boyun eğerek ve teslim olarak Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'ya secde ederler.
﴿وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ﴾
(Allah) Göğü, yeryüzünün çatısı olması için yükseltti, yeryüzünde adaleti koydu ve bunu kullarına emretti.
﴿أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ﴾
-Ey insanlar!- Ölçü ve tartıda zulmetmemeniz ve hainlik yapmamanız için adaleti koydu.
﴿وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ﴾
Aranızda tartıyı adaletle gerçekleştirin. Başkaları için ölçtüğünüz ve tarttığınız zaman ölçü ve tartıyı eksiltmeyiniz.
﴿وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ﴾
Canlıların üzerinde istikrar etmesi için (Allah) yeryüzünü hazır hale getirmiştir.
﴿فِيهَا فَاكِهَةٌ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْأَكْمَامِ﴾
Orada meyve veren ağaçlar ve salkımlı hurma ağaçları vardır.
﴿وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُ﴾
Orada buğday ve arpa gibi sapları olan daneler ve kokusundan hoşlandığınız bitkiler vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ﴾
Allah, Adem -aleyhisselam-'ı aynı pişirilmiş çamur gibi kurumuş çamurdan yarattı.
﴿وَخَلَقَ الْجَانَّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ﴾
Cinlerin babasını (İblis'i de) dumansız has ateşten yarattı.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ﴾
Kış ve yaz ayında Güneş'in iki doğuş ve iki batış yerinin Rabbidir.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ﴾
Yüce Allah, suları tuzlu ve tatlı olan iki denizi gözün göreceği şekilde kavuşması için birbirine katmıştır.
﴿بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِ﴾
Her ikisi arasında birinin diğerine baskın gelmemesi; tatlı olanın tatlı ve tuzlu olanın da tuzlu kalması için engel vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ﴾
Bu iki denizin birleştiği yerden büyük, küçük inciler çıkar.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿وَلَهُ الْجَوَارِ الْمُنْشَآتُ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ﴾
Denizde yüksek dağlar gibi yükselmiş yüzüp, giden gemilerin tasarrufu da yalnızca Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'ya aittir.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ﴾
Yeryüzünde bulunan bütün canlılar kesinlikle yok olacaktır.
﴿وَيَبْقَىٰ وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ﴾
-Ey Rasûl!- Kullarına lütufta ve ihsanda bulunan azamet sahibi Rabbinin yüzü bakidir. Kesinlikle fani olmak O'na isabet etmez.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿يَسْأَلُهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ﴾
Göklerde bulunan her melek ve yeryüzünde bulunan her insan ve cin ihtiyaçlarını O'ndan isterler. O; her gün yaratma, öldürme, rızık vb. gibi kullarının işleri için bir ilahi tasarruftadır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿سَنَفْرُغُ لَكُمْ أَيُّهَ الثَّقَلَانِ﴾
-Ey insanlar ve cinler!- Sizin hesabınızı göreceğiz. Herkese hak ettiğinin karşılığı olan mükâfatı ve cezayı vereceğiz.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَنْفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانْفُذُوا ۚ لَا تَنْفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ﴾
Kıyamet günü insanları ve cinleri bir araya topladığında Yüce Allah şöyle diyecektir: "Ey insan ve cin toplulukları! Göklerde ve yerde çıkmak için kendinize bir yer bulabiliyorsanız hiç durmayın bunu yapın. Büyük bir güç ve mucize olmadan bunu yapmaya güç yetiremezsiniz, bunu nasıl yapacaksınız?"
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِ﴾
-Ey insanlar ve cinler!- Üzerinize yalın alev ve alevi olmayan duman gönderilir de ondan kaçınmaya güç yetiremezsiniz.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿فَإِذَا انْشَقَّتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ﴾
Meleklerin inmesi için gök yarılıp da, kızarıp rengi parlayan yağ gibi olduğu zaman.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿فَيَوْمَئِذٍ لَا يُسْأَلُ عَنْ ذَنْبِهِ إِنْسٌ وَلَا جَانٌّ﴾
İşte o büyük gün Yüce Allah'ın onların neler yaptıklarını çok iyi bilmesinden dolayı hiçbir insana ve cine günahı sorulmaz.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ﴾
Kıyamet günü suçlular yüzlerinin kara ve gözlerinin mavi olması gibi alametlerden tanınır. Perçemleri ayakları ile biraraya getirilip Cehennem'e atılırlar.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿هَٰذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَ﴾
Azarlamak için onlara şöyle denilir: İşte bu dünyada iken günahkârların yalanladığı Cehennem'dir. Artık gözlerinin önündedir, onu inkâr edemezler.
﴿يَطُوفُونَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ حَمِيمٍ آنٍ﴾
Onlar Cehennem ve yüksek derecede kaynar su arasında gidip gelirler.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ﴾
Ahirette Rabbinin huzurunda durmaktan korktuğu için iman eden ve salih amel işleyen kimse için iki Cennet vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿ذَوَاتَا أَفْنَانٍ﴾
Bu iki Cennet'te taze meyve veren büyük dalları olan ağaçlar vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿فِيهِمَا عَيْنَانِ تَجْرِيَانِ﴾
O iki Cennet boyunca suyu akıp giden iki pınar vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿فِيهِمَا مِنْ كُلِّ فَاكِهَةٍ زَوْجَانِ﴾
İkisinde de ikram edilen her türlü meyveden çift çift vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿مُتَّكِئِينَ عَلَىٰ فُرُشٍ بَطَائِنُهَا مِنْ إِسْتَبْرَقٍ ۚ وَجَنَى الْجَنَّتَيْنِ دَانٍ﴾
Onlar örtüleri kalın ipekten minderlere yaslanırlar. Bu iki Cennet'te ayakta duran, oturan ve yaslanmış olanlar için olgunlaşmış meyve ve yemişleri toplaması çok yakındır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿فِيهِنَّ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ﴾
O ikisinde, bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş kadınlar vardır. Eşlerinden önce hiçbir insan ya da cin tarafından bekaretleri bozulmamıştır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿كَأَنَّهُنَّ الْيَاقُوتُ وَالْمَرْجَانُ﴾
Güzellik ve saflık bakımından sanki onlar yakut ve mercan gibidir.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿هَلْ جَزَاءُ الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَانُ﴾
Rabbine itaat edip salih amel işleyenin mükâfatı, Yüce Allah'ın ona karşılık olarak ihsanda bulunmasından başka bir şey midir?
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿وَمِنْ دُونِهِمَا جَنَّتَانِ﴾
Bu zikredilen iki Cennet'ten başka iki Cennet daha vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿مُدْهَامَّتَانِ﴾
O ikisi de yemyeşildir.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿فِيهِمَا عَيْنَانِ نَضَّاخَتَانِ﴾
Bu iki Cennet'te, suyu çağlayıp akan ve asla tükenmeyen iki pınar vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿فِيهِمَا فَاكِهَةٌ وَنَخْلٌ وَرُمَّانٌ﴾
Bu iki Cennet'te de bol bol meyveler, büyük hurma ağaçları ve nar vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿فِيهِنَّ خَيْرَاتٌ حِسَانٌ﴾
Bu Cennetler'de güzel ahlâklı, güzel yüzlü kadınlar vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿حُورٌ مَقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِ﴾
Çadırlarda gizlenip korunmuş huriler vardır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ﴾
Eşlerinden önce ne bir insan, ne de bir cin yaklaşmıştır.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿مُتَّكِئِينَ عَلَىٰ رَفْرَفٍ خُضْرٍ وَعَبْقَرِيٍّ حِسَانٍ﴾
Yeşil renkle döşenmiş yastık ve güzel döşemelere yaslanırlar.
﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴾
O halde siz (insan ve cin topluluğu), Allah'ın size bahşettiği o bol nimetlerden hangisini yalanlıyorsunuz?
﴿تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ﴾
Azamet, ihsan ve kullarına lütufta bulunan Rabbinin ismi, hayrı çok ve yücedir.
الترجمات والتفاسير لهذه السورة:
- سورة الرحمن : الترجمة الأمهرية አማርኛ - الأمهرية
- سورة الرحمن : اللغة العربية - المختصر في تفسير القرآن الكريم العربية - العربية
- سورة الرحمن : اللغة العربية - التفسير الميسر العربية - العربية
- سورة الرحمن : اللغة العربية - معاني الكلمات العربية - العربية
- سورة الرحمن : الترجمة الأسامية অসমীয়া - الأسامية
- سورة الرحمن : الترجمة الأذرية Azərbaycanca / آذربايجان - الأذرية
- سورة الرحمن : الترجمة البنغالية বাংলা - البنغالية
- سورة الرحمن : الترجمة البوسنية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bosanski - البوسنية
- سورة الرحمن : الترجمة البوسنية - كوركت Bosanski - البوسنية
- سورة الرحمن : الترجمة البوسنية - ميهانوفيتش Bosanski - البوسنية
- سورة الرحمن : الترجمة الألمانية - بوبنهايم Deutsch - الألمانية
- سورة الرحمن : الترجمة الألمانية - أبو رضا Deutsch - الألمانية
- سورة الرحمن : الترجمة الإنجليزية - صحيح انترناشونال English - الإنجليزية
- سورة الرحمن : الترجمة الإنجليزية - هلالي-خان English - الإنجليزية
- سورة الرحمن : الترجمة الإسبانية Español - الإسبانية
- سورة الرحمن : الترجمة الإسبانية - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة الرحمن : الترجمة الإسبانية (أمريكا اللاتينية) - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة الرحمن : الترجمة الفارسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم فارسی - الفارسية
- سورة الرحمن : الترجمة الفارسية - دار الإسلام فارسی - الفارسية
- سورة الرحمن : الترجمة الفارسية - حسين تاجي فارسی - الفارسية
- سورة الرحمن : الترجمة الفرنسية - المنتدى الإسلامي Français - الفرنسية
- سورة الرحمن : الترجمة الفرنسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Français - الفرنسية
- سورة الرحمن : الترجمة الغوجراتية ગુજરાતી - الغوجراتية
- سورة الرحمن : الترجمة الهوساوية هَوُسَ - الهوساوية
- سورة الرحمن : الترجمة الهندية हिन्दी - الهندية
- سورة الرحمن : الترجمة الإندونيسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة الرحمن : الترجمة الإندونيسية - شركة سابق Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة الرحمن : الترجمة الإندونيسية - المجمع Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة الرحمن : الترجمة الإندونيسية - وزارة الشؤون الإسلامية Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة الرحمن : الترجمة الإيطالية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Italiano - الإيطالية
- سورة الرحمن : الترجمة الإيطالية Italiano - الإيطالية
- سورة الرحمن : الترجمة اليابانية 日本語 - اليابانية
- سورة الرحمن : الترجمة الكازاخية - مجمع الملك فهد Қазақша - الكازاخية
- سورة الرحمن : الترجمة الكازاخية - جمعية خليفة ألطاي Қазақша - الكازاخية
- سورة الرحمن : الترجمة الخميرية ភាសាខ្មែរ - الخميرية
- سورة الرحمن : الترجمة الكورية 한국어 - الكورية
- سورة الرحمن : الترجمة الكردية Kurdî / كوردی - الكردية
- سورة الرحمن : الترجمة المليبارية മലയാളം - المليبارية
- سورة الرحمن : الترجمة الماراتية मराठी - الماراتية
- سورة الرحمن : الترجمة النيبالية नेपाली - النيبالية
- سورة الرحمن : الترجمة الأورومية Oromoo - الأورومية
- سورة الرحمن : الترجمة البشتوية پښتو - البشتوية
- سورة الرحمن : الترجمة البرتغالية Português - البرتغالية
- سورة الرحمن : الترجمة السنهالية සිංහල - السنهالية
- سورة الرحمن : الترجمة الصومالية Soomaaliga - الصومالية
- سورة الرحمن : الترجمة الألبانية Shqip - الألبانية
- سورة الرحمن : الترجمة التاميلية தமிழ் - التاميلية
- سورة الرحمن : الترجمة التلجوية తెలుగు - التلجوية
- سورة الرحمن : الترجمة الطاجيكية - عارفي Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة الرحمن : الترجمة الطاجيكية Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة الرحمن : الترجمة التايلاندية ไทย / Phasa Thai - التايلاندية
- سورة الرحمن : الترجمة الفلبينية (تجالوج) للمختصر في تفسير القرآن الكريم Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة الرحمن : الترجمة الفلبينية (تجالوج) Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة الرحمن : الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Türkçe - التركية
- سورة الرحمن : الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة Türkçe - التركية
- سورة الرحمن : الترجمة التركية - شعبان بريتش Türkçe - التركية
- سورة الرحمن : الترجمة التركية - مجمع الملك فهد Türkçe - التركية
- سورة الرحمن : الترجمة الأويغورية Uyƣurqə / ئۇيغۇرچە - الأويغورية
- سورة الرحمن : الترجمة الأوكرانية Українська - الأوكرانية
- سورة الرحمن : الترجمة الأردية اردو - الأردية
- سورة الرحمن : الترجمة الأوزبكية - علاء الدين منصور Ўзбек - الأوزبكية
- سورة الرحمن : الترجمة الأوزبكية - محمد صادق Ўзбек - الأوزبكية
- سورة الرحمن : الترجمة الفيتنامية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Vèneto - الفيتنامية
- سورة الرحمن : الترجمة الفيتنامية Vèneto - الفيتنامية
- سورة الرحمن : الترجمة اليورباوية Yorùbá - اليوروبا
- سورة الرحمن : الترجمة الصينية 中文 - الصينية