الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم
الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ﴾
Bütün mülk, bir tek kendi elinde olan Allah’ın hayrı yücedir ve çoktur. Onun her şeye gücü yeter, hiçbir şey onu aciz bırakamaz.
﴿الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ﴾
-Ey insanlar!- Hanginiz daha iyi amel ediyorsunuz diye sizleri denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, hiç kimsenin üstün gelemeyeceği Aziz olan ve kullarından tevbe edenlerin günahlarını bağışlayandır.
﴿الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا ۖ مَا تَرَىٰ فِي خَلْقِ الرَّحْمَٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍ ۖ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَىٰ مِنْ فُطُورٍ﴾
Yedi kat gökyüzünü, her bir gök kendisinden öncekinin üzerinde bir kat halinde, hiçbiri birbirine temas etmeden yaratan O’dur. -Ey bakmakta olan!- Allah’ın yarattıkları içinde herhangi bir düzensizlik veya uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, herhangi bir çatlak veya gedik görüyor musun? Şüphesiz; sapasağlam, kusursuz bir yaratılmıştan başka bir şey göremezsin.
﴿ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَسِيرٌ﴾
Sonra gözlerini çevir, bir kaç defa daha bak! O zayıf, kesik görüşlü bakışların, semanın yaratılışında bir kusur veya hata görmeden utanç içinde sana dönecektir.
﴿وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ ۖ وَأَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعِيرِ﴾
Muhakkak yeryüzüne en yakın semayı ışıldayan yıldızlarla süsledik ve bu yıldızları, gizlice kulak kabartıp dinleyen Şeytanları taşlayan ve onları yakan gök taşlarına dönüştürdük. Onlar için, ahirette alevlenmiş bir ateş hazırladık.
﴿وَلِلَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ ۖ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ﴾
Rablerini küfredenler için kıyamet günü tutuşmuş bir Cehennem azabı vardır. Orası, kendisine dönülen ne kötü bir dönüş yeridir!
﴿إِذَا أُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِيَ تَفُورُ﴾
Ateşe atıldıkları zaman kazanın kaynaması gibi kaynayan Cehennem'den gelen şiddetli çirkin bir ses duyarlar.
﴿تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ ۖ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ﴾
İçine atılan kimselere duyduğu öfkenin şiddetinden az kalsın birbirinden ayrılarak parçalanacaktı. Cehennem ashabından kâfir olan her bir topluluk içine atıldığı zaman, orada sorumlu melekler onlara azarlama sorusu sordular: "Dünyada, sizi Allah’ın azabına karşı korkutan bir peygamber gelmedi mi?"
﴿قَالُوا بَلَىٰ قَدْ جَاءَنَا نَذِيرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللَّهُ مِنْ شَيْءٍ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ كَبِيرٍ﴾
Kâfirler şöyle dediler: “Evet! Elbette bizi Allah’ın azabından korkutan bir peygamber geldi. Fakat biz onu yalanlayarak şöyle dedik: Allah hiçbir vahiy indirmemiştir. -Ey Peygamberler!- Sizler hakikatten uzaklaşmış büyük bir sapıklıktan başka bir yerde değilsiniz.”
﴿وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ﴾
Kâfirler şöyle dediler: “İstifade edeceğimiz bir şekilde dinliyor ya da hak ile batılı birbirinden ayırt edebilecek şekilde düşünebiliyor olsaydık, Cehennem ashabı zümresinden biri olmaz, bilâkis peygamberlere iman edip getirdiklerini tasdik edenlerden ve Cennet ehlinden biri olurduk.''
﴿فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْ فَسُحْقًا لِأَصْحَابِ السَّعِيرِ﴾
Kendi aleyhlerine kâfir olduklarını ve yalanladıklarını ikrar ettiler. Böylece Cehennem'i hak ettiler. Uzak olsun o Cehennem ashabı!
﴿إِنَّ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ﴾
Yalnız başlarına iken Allah'tan korkan kimseler, onların günahları için bir bağışlanma ve karşılığı Cennet olan çok büyük bir mükâfat vardır.
﴿وَأَسِرُّوا قَوْلَكُمْ أَوِ اجْهَرُوا بِهِ ۖ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ﴾
-Ey insanlar!- İster sözünüzü gizleyin, isterseniz de açığa vurun, şüphesiz Allah onu bilir. Allah -Subhânehu ve Teâlâ- kullarının kalplerinde olanları bilir. Bundan hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
﴿أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ﴾
Bütün varlıkları yaratan (Allah), gizli sırları ve sırlardan daha gizli olanları bilmez mi? O, kullarına karşı çok lütufkârdır. Onların durumlarını bilir. O hususta hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
﴿هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ ۖ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ﴾
Üzerine yerleşmeniz için size yeryüzünü kolay ve yumuşak kılan O'dur. Yeryüzünün her bucağında, her tarafında gezin ve orada sizin için hazırladığı rızıklarından yiyin. Sonunda hesap verip karşılığını görmek üzere bir tek O'na döndürüleceksiniz.
﴿أَأَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ﴾
Semada olan Allah’ın, Karun’un ayaklarının altındaki toprağı yardığı gibi, üzerine yerleşmeniz için kolay ve hizmete hazır olan ayaklarınızın altındaki toprağı yarmayacağından emin mi oldunuz? Sapasağlam bir haldeyken birdenbire sizi sarsıverir.
﴿أَمْ أَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ أَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا ۖ فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ﴾
Yoksa göklerin üzerinde olan Allah’ın, Lût kavmine yağdırdığı gibi sizlere de gökyüzünden taşlar yağdırmayacağından emin mi oldunuz? Sizlere olan azabımı ve uyarımı gözlerinizle gördüğünüz zaman bunu öğreneceksiniz. Fakat, azabın gözle görülmesinin ardından ondan faydalanamayacaksınız.
﴿وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ﴾
O müşriklerden önce yaşamış ümmetler de elbette yalanlamışlardı. İnkârlarında ve yalanlamalarında ısrar ettikleri için üzerine Allah’ın azabı iniverdi. Benim onları inkâr etmem nasıldı? Doğrusu çok şiddetli bir inkârdı.
﴿أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَ ۚ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا الرَّحْمَٰنُ ۚ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصِيرٌ﴾
O yalanlayanlar, ardı ardına kanatlarını havada açıp kapayarak üzerlerinde uçan kuşları görmüyorlar mı? Allah'tan başkası onları yere konmadan havada tutamaz. Şüphesiz o hususta hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
﴿أَمَّنْ هَٰذَا الَّذِي هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِنْ دُونِ الرَّحْمَٰنِ ۚ إِنِ الْكَافِرُونَ إِلَّا فِي غُرُورٍ﴾
-Ey kâfirler!- Azap etmek istediği zaman, sizleri Allah’ın azabından alıkoyacak hiçbir askeriniz yoktur. Kâfirler ancak aldanmış kimselerdir. Şeytan onları kandırmış ve onlar da ona aldanmışlardır.
﴿أَمَّنْ هَٰذَا الَّذِي يَرْزُقُكُمْ إِنْ أَمْسَكَ رِزْقَهُ ۚ بَلْ لَجُّوا فِي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ﴾
Allah; rızkının size ulaşmasına engel olsa, başka hiç kimse sizi rızıklandıramaz. Bilâkis gerçek şu ki, kâfirler inat edip büyüklük taslamakta ve haktan geri durmakta ısrar ediyorlar.
﴿أَفَمَنْ يَمْشِي مُكِبًّا عَلَىٰ وَجْهِهِ أَهْدَىٰ أَمَّنْ يَمْشِي سَوِيًّا عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ﴾
O halde yüzü üzerine düşmüş, onun üzerinde sürünerek yürüyen -O, müşrik- kimse mi daha doğru bir yol üzeredir, yoksa dosdoğru yol üzerinde dimdik yürüyen Mü'minler mi?
﴿قُلْ هُوَ الَّذِي أَنْشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۖ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ﴾
-Ey Peygamber!- O yalanlayan müşriklere de ki: “Sizleri yaratan, sizlere kendisiyle işittiğiniz duyma yetisini, kendisiyle gördüğünüz görme yetisini ve kendisiyle düşündüğünüz kalpler veren Allah’tır. Sizlere verdiği nimetlere ne kadar da az şükrediyorsunuz!''
﴿قُلْ هُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ﴾
-Ey Peygamber!- O yalanlayan müşriklere de ki: “Sizleri yeryüzüne gönderen ve orada yayan, hiçbir şey yaratamayan putlarınız değil, Allah’tır. Kıyamet günü, hesap vermek ve karşılığını görmek üzere putlarınızın huzuruna değil, bir tek onun huzurunda toplanacaksınız. O'ndan korkun ve sadece O'na ibadet edin."
﴿وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ﴾
Yeniden dirilişi inkâr edenler, yeniden dirilişin imkânsız olduğunu düşünerek şöyle derler: "-Ey Muhammed!- Eğer onun geleceğine dair iddianızda doğru söylüyorsanız, sen ve ashabının bizi tehdit ettiği bu vaat ne zaman gerçekleşecek?''
﴿قُلْ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ﴾
-Ey Peygamber!- De ki: “Kıyamet gününün bilgisi sadece Allah’ın katındadır. Ne zaman kopacağını ancak O bilir. Ben, size yaptığım uyarımda sadece apaçık bir uyarıcıyım.''
﴿فَلَمَّا رَأَوْهُ زُلْفَةً سِيئَتْ وُجُوهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَقِيلَ هَٰذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تَدَّعُونَ﴾
Kıyamet günü tehdit olundukları şeyin gerçekleştiği, çok yakın olan azabı gözleriyle gördükleri zaman kâfirlerin yüzleri değişir ve simsiyah olur. Onlara; “İşte dünya hayatında arzuladığınız ve onun için acele ettiğiniz buydu.” denir.
﴿قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَهْلَكَنِيَ اللَّهُ وَمَنْ مَعِيَ أَوْ رَحِمَنَا فَمَنْ يُجِيرُ الْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ﴾
-Ey Peygamber!- Yalanlayıcı o müşrikleri kınayarak de ki: "Bana haber verin bakalım! Eğer Allah beni ve benimle beraber olan Mü'minleri öldürse, kâfirleri elem verici bir azaptan kim kurtarabilir? Onları hiç kimse bu azaptan kurtaracak değildir.''
﴿قُلْ هُوَ الرَّحْمَٰنُ آمَنَّا بِهِ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا ۖ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ﴾
-Ey Rasûl!- O müşriklere de ki: “O, sizi bir tek kendine ibadet etmeye davet eden Rahman’dır. Biz, bir tek ona iman ettik ve işlerimizde bir tek ona güvendik. Dosdoğru yolda olan kimselerden ayrılarak apaçık dalalete düşenin kimlerin olduğunu -kaçınılmaz olarak- öğreneceksiniz.
﴿قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَصْبَحَ مَاؤُكُمْ غَوْرًا فَمَنْ يَأْتِيكُمْ بِمَاءٍ مَعِينٍ﴾
-Ey Rasûl!- O müşriklere de ki: “Bana haber verin bakalım; içtiğiniz suyunuz ulaşamayacağınız şekilde yerin derinliklerine batıverse, akan bolca suyu kim size getirecek? Allah’tan başka hiç kimse getiremez.''
الترجمات والتفاسير لهذه السورة:
- سورة الملك : الترجمة الأمهرية አማርኛ - الأمهرية
- سورة الملك : اللغة العربية - المختصر في تفسير القرآن الكريم العربية - العربية
- سورة الملك : اللغة العربية - التفسير الميسر العربية - العربية
- سورة الملك : اللغة العربية - معاني الكلمات العربية - العربية
- سورة الملك : الترجمة الأسامية অসমীয়া - الأسامية
- سورة الملك : الترجمة الأذرية Azərbaycanca / آذربايجان - الأذرية
- سورة الملك : الترجمة البنغالية বাংলা - البنغالية
- سورة الملك : الترجمة البوسنية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bosanski - البوسنية
- سورة الملك : الترجمة البوسنية - كوركت Bosanski - البوسنية
- سورة الملك : الترجمة البوسنية - ميهانوفيتش Bosanski - البوسنية
- سورة الملك : الترجمة الألمانية - بوبنهايم Deutsch - الألمانية
- سورة الملك : الترجمة الألمانية - أبو رضا Deutsch - الألمانية
- سورة الملك : الترجمة الإنجليزية - صحيح انترناشونال English - الإنجليزية
- سورة الملك : الترجمة الإنجليزية - هلالي-خان English - الإنجليزية
- سورة الملك : الترجمة الإسبانية Español - الإسبانية
- سورة الملك : الترجمة الإسبانية - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة الملك : الترجمة الإسبانية (أمريكا اللاتينية) - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة الملك : الترجمة الفارسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم فارسی - الفارسية
- سورة الملك : الترجمة الفارسية - دار الإسلام فارسی - الفارسية
- سورة الملك : الترجمة الفارسية - حسين تاجي فارسی - الفارسية
- سورة الملك : الترجمة الفرنسية - المنتدى الإسلامي Français - الفرنسية
- سورة الملك : الترجمة الفرنسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Français - الفرنسية
- سورة الملك : الترجمة الغوجراتية ગુજરાતી - الغوجراتية
- سورة الملك : الترجمة الهوساوية هَوُسَ - الهوساوية
- سورة الملك : الترجمة الهندية हिन्दी - الهندية
- سورة الملك : الترجمة الإندونيسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة الملك : الترجمة الإندونيسية - شركة سابق Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة الملك : الترجمة الإندونيسية - المجمع Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة الملك : الترجمة الإندونيسية - وزارة الشؤون الإسلامية Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة الملك : الترجمة الإيطالية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Italiano - الإيطالية
- سورة الملك : الترجمة الإيطالية Italiano - الإيطالية
- سورة الملك : الترجمة اليابانية 日本語 - اليابانية
- سورة الملك : الترجمة الكازاخية - مجمع الملك فهد Қазақша - الكازاخية
- سورة الملك : الترجمة الكازاخية - جمعية خليفة ألطاي Қазақша - الكازاخية
- سورة الملك : الترجمة الخميرية ភាសាខ្មែរ - الخميرية
- سورة الملك : الترجمة الكورية 한국어 - الكورية
- سورة الملك : الترجمة الكردية Kurdî / كوردی - الكردية
- سورة الملك : الترجمة المليبارية മലയാളം - المليبارية
- سورة الملك : الترجمة الماراتية मराठी - الماراتية
- سورة الملك : الترجمة النيبالية नेपाली - النيبالية
- سورة الملك : الترجمة الأورومية Oromoo - الأورومية
- سورة الملك : الترجمة البشتوية پښتو - البشتوية
- سورة الملك : الترجمة البرتغالية Português - البرتغالية
- سورة الملك : الترجمة السنهالية සිංහල - السنهالية
- سورة الملك : الترجمة الصومالية Soomaaliga - الصومالية
- سورة الملك : الترجمة الألبانية Shqip - الألبانية
- سورة الملك : الترجمة التاميلية தமிழ் - التاميلية
- سورة الملك : الترجمة التلجوية తెలుగు - التلجوية
- سورة الملك : الترجمة الطاجيكية - عارفي Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة الملك : الترجمة الطاجيكية Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة الملك : الترجمة التايلاندية ไทย / Phasa Thai - التايلاندية
- سورة الملك : الترجمة الفلبينية (تجالوج) للمختصر في تفسير القرآن الكريم Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة الملك : الترجمة الفلبينية (تجالوج) Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة الملك : الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Türkçe - التركية
- سورة الملك : الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة Türkçe - التركية
- سورة الملك : الترجمة التركية - شعبان بريتش Türkçe - التركية
- سورة الملك : الترجمة التركية - مجمع الملك فهد Türkçe - التركية
- سورة الملك : الترجمة الأويغورية Uyƣurqə / ئۇيغۇرچە - الأويغورية
- سورة الملك : الترجمة الأوكرانية Українська - الأوكرانية
- سورة الملك : الترجمة الأردية اردو - الأردية
- سورة الملك : الترجمة الأوزبكية - علاء الدين منصور Ўзбек - الأوزبكية
- سورة الملك : الترجمة الأوزبكية - محمد صادق Ўзбек - الأوزبكية
- سورة الملك : الترجمة الفيتنامية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Vèneto - الفيتنامية
- سورة الملك : الترجمة الفيتنامية Vèneto - الفيتنامية
- سورة الملك : الترجمة اليورباوية Yorùbá - اليوروبا
- سورة الملك : الترجمة الصينية 中文 - الصينية