الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم
الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ﴾
Kıyametin gelişi yaklaştı ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in zamanında Ay yarıldı. Ay'ın yarılması Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in gözle görülen mucizelerindendir.
﴿وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ﴾
Şayet müşrikler Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğruluğuna delalet eden apaçık deliller görseler onu kabul etmekten yüz çevirirler ve şöyle derler: "Görmüş olduğumuz bu apaçık delil ve kanıtlar batıl bir sihirdir."
﴿وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ﴾
Kendilerine gelen hakkı yalanladılar ve onu yalanlamada heveslerine uydular. Bütün işler -hayır ya da şer- kıyamet günü hak ettiği şekilde vuku bulacaktır.
﴿وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ﴾
Andolsun Yüce Allah'ın, küfürleri ve zulümleri sebebiyle helâk ettiği geçmiş ümmetlerin haberleri onlara geldi de; onları küfür ve zulümlerinden döndürmeye yetmedi.
﴿حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ﴾
Üzerilerine hüccetin ikame edilmesi için tam bir hikmet gelmiştir. Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen kimseler için uyarılar fayda sağlamaz.
﴿فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَىٰ شَيْءٍ نُكُرٍ﴾
-Ey Rasûl- Eğer doğru yola gelmezlerse onları bırakıp, terk et. Görevli meleğin Sur'a üfürerek daha önceden hiçbir canlının benzerini görmediği o dehşet verici olayın yaşanacağı günü bekle ve onlardan yüz çevir.
﴿خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ﴾
Bakışları zelildir. Kabirlerinden çıkarak etrafa dağılmış çekirgeler gibi hesaplarının görülmesi için Mevkıf'a (toplanma yerine) giderler.
﴿مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ ۖ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ﴾
O Mevkıf'e (toplanma yeri) çağıran davetçiye hızla koşarken kâfirler şöyle derler: "İçinde barındırdığı şiddet ve dehşet verici olaylardan dolayı bu gerçekten zor bir gündür."
﴿۞ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ﴾
-Ey Rasûl!- Bunlar senin davetini yalanlamadan önce Nuh'un kavmi de yalanladı. Kulumuz Nuh -aleyhisselam-'ı onlara gönderdiğimiz zaman da yalanladılar. Onun hakkında şöyle dediler: "O delidir. Eğer onları davet etmeyi bırakmazsa; çeşitli küfür, sövme ve tehditler ile onu azarlayıp kovun."
﴿فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ﴾
Nuh -aleyhisselam- şöyle söyleyerek Rabbine dua etti: "Kavmim bana galip geldi ve bana icabet etmedi. Onlara indireceğin bir ceza/azap ile bana yardım et."
﴿فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ﴾
Bunun üzerine biz de göğün kapılarını aralıksız bolca akan sularla açtık.
﴿وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ﴾
Yeryüzünü yardık ve içinden sular fışkıran pınarlar haline getirdik. Yüce Allah'ın ezelde takdir ettiği üzere gökten inen su ile yerden çıkan su bir araya gelerek birleşti. Yüce Allah'ın kurtardıkları hariç bütün herkes boğuldu.
﴿وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ﴾
Biz Nuh'u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik. Onu ve yanındakileri boğulmaktan kurtardık.
﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ﴾
Gemi hırçın dalgalar içinde gözetimimiz ve korumamız altında akıp gidiyordu. Bunu kavminin kendisini yalanladığı ve Allah'ın katından getirdiğini inkâr eden kişilere karşı Nuh'a yardım etmek için yaptık.
﴿وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾
Kendilerini cezandırdığımız bu azabı öğüt ve ibret olması için bıraktık. Bundan düşünüp öğüt alan var mıdır?
﴿فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ﴾
Yalanlayanlar için azabım nasılmış gördüler! Ve onları helak etmek için uyarım nasılmış onu da gördüler!
﴿وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾
Muhakkak ki biz Kur'an'ı, ibret ve öğüt almak için kolaylaştırdık. Onda bulunan ibret ve öğütten ibret alan var mı?
﴿كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ﴾
Âd kavmi peygamberleri Hûd -aleyhisselam-'ı yalanladı. -Ey Mekke Halkı!- Onlara olan azabım nasılmış bir düşünün! Onların azabı ile başkalarını uyarmam nasılmış?
﴿إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ﴾
Biz, onların üzerine soğuk, şiddetli olan bir rüzgârı kesintisiz bir şekilde kötü ve uğursuz gördükleri günde Cehennem'e ulaşana kadar gönderdik.
﴿تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ﴾
İnsanları yerden söküp, onları başları üzerine atıyordu. Sanki onlar yerinden sökülmüş hurma kütükleri gibiydiler.
﴿فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ﴾
-Ey Mekke Halkı!- Onlara olan azabım nasılmış bir düşünün! Onların azabı ile başkalarını uyarmam nasılmış?
﴿وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾
Muhakkak ki biz, Kur'an'ı hatırlayıp öğüt almak için kolaylaştırdık. Onda bulunan ibret ve öğütten ibret alan var mı?
﴿كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ﴾
Semûd kavmi kendilerini uyaran rasûlleri Salih -aleyhisselam-'ı yalanladı.
﴿فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ﴾
Kınayarak şöyle dediler: "Bizim gibi bir beşere mi tabi olalım? Eğer biz bu durumda ona tabi olursak; doğrudan uzak, sapmış ve sıkıntıda oluruz."
﴿أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ﴾
"Aramızdan sadece özel olarak tek ona mı vahiy indirildi? Hayır, o kibirli bir yalancıdır."
﴿سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ﴾
Kıyamet günü Salih'in mi yoksa onların mı zorba yalancı olduğunu görecekler.
﴿إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ﴾
Şüphesiz biz dişi deveyi kayadan çıkaracağız ve onu imtihan olması için onlara göndereceğiz. -Ey Salih!- Ona (dişi deveye) ne yapacaklarını ve onlara ne olacağını gözet. Onların eziyetlerine sabret.
﴿وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ﴾
Onlara kuyularından çıkan suyun kendileri ve dişi deve arasında ortak olduğunu haber ver. Sıra bir gün dişi devenin, bir gün onlarındır. Kendine tahsis edilen günü geldiğinde herkes tek başına orada hazır bulunsun.
﴿فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ﴾
Dişi deveyi öldürmesi için arkadaşlarını çağırdılar. O da kılıcı aldı, kavminin emrine itaat ederek deveyi öldürdü.
﴿فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ﴾
-Ey Mekke halkı!- Onlara olan azabım nasılmış bir düşünün! Onların azabı ile başkalarını uyarmam nasılmış?
﴿إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ﴾
Onların üzerine tek bir ses gönderdik de, bu ses onları helâk ediverdi. Koyun ağılı için kullanılan kuru ot gibi oldular.
﴿وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾
Muhakkak ki biz, Kur'an'ı hatırlayıp öğüt almak için kolaylaştırdık. Onda bulunan ibret ve öğütten ibret alan var mı?
﴿كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ﴾
Lût'un kavmi, rasûlleri Lût -aleyhisselam-'ın kendilerini uyardığı şeyi yalanladılar.
﴿إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ ۖ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ﴾
Biz de üzerlerine taş yağdıran fırtına gönderdik. Ancak Lût -aleyhisselam-'ın ailesi bundan müstesnaydı. Onlara azap isabet etmedi. Şüphesiz biz onları bu azaptan kurtardık. Gecenin son kısmında azap vuku bulmadan önce (Lût) onları alıp gitti.
﴿نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ﴾
Katımızdan bir nimet olarak onları azaptan kurtardık. Lût'a vermiş olduğumuz bu mükâfatın aynısını, nimetlerinden dolayı Yüce Allah'a şükredenlere de vereceğiz.
﴿وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ﴾
Andolsun ki Lût, onları azabımızla korkuttu. Onun bu uyarılarına karşı mücadele ettiler ve onu yalanladılar.
﴿وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ﴾
Lût'un kavmi, fuhşiyat yapmak için kendilerini misafirleri ile başbaşa bırakmasını istediler. Onların gözlerini silme kör ettik de onları göremediler. Onlara şöyle buyurduk: "Azabımı tadın ve bu size uyarımın neticesidir."
﴿وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ﴾
Andolsun ki onlara sabah vakti ahirete ulaşana dek devam edecek bir azap geldi. Bunun akabinde de elbet ahiretin azabı gelecektir.
﴿فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ﴾
Onlara şöyle denildi: "Size indirmiş olduğum azabımı ve Lût'un sizi uyarmasının neticesi tadın!"
﴿وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾
Muhakkak ki biz, Kur'an'ı hatırlayıp öğüt almak için kolaylaştırdık. Onda bulunan ibret ve öğütten ibret alan var mı?
﴿وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ﴾
Andolsun ki Firavun ailesine, Musa ve Harun -aleyhisselam-'ın dili ile uyarılarımız geldi.
﴿كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ﴾
Katımızdan kendilerine gelen apaçık delilleri ve kanıtları yalanladılar. Bunları yalanlamalarından dolayı kimsenin galip gelemediği, hiçbir kimsenin kendisini aciz bırakamadığı müktedir olanın cezası ile cezalandırdık.
﴿أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَٰئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ﴾
-Ey Mekke Ehli!- Sizin kâfirleriniz; zikri geçmiş olan Nuh'un kavmi, Âd, Semûd ve Lût'un kavmi, Firavun ve kavminin kâfirlerinden daha mı hayırlıdır? Yoksa semavî kitapların getirmiş olduğu Allah Teâlâ'nın azabından sizin için bir kurtuluş mu vardır?
﴿أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ﴾
Yoksa Mekke'nin o kâfirleri: "Bizim hakkımızda kötülük isteyenlere ve birliğimizi bozmak isteyenlere karşı biz yenilmez bir topluluğuz mu diyorlar?"
﴿سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ﴾
Kâfirlerin bu topluluğu hezimete uğrayacak ve Mü'minlerin önünden arkalarını dönüp kaçacaklar. Bu durum Bedir'de gerçekleşmiştir.
﴿بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ﴾
Bilâkis onların yalanladıkları ve kendilerine azap vaad edilen vakit kıyamettir. Kıyamet, Bedir gününde karşılaştıkları dünya azabından daha büyük ve daha şiddetli olacaktır.
﴿إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ﴾
Şüphesiz günahkârlar; küfür ve günahlar ile haktan uzak sapıklık, azap ve sıkıntı içindedir.
﴿يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ﴾
Yüzleri üzere Cehennem'e sürüklendikleri gün, kınamak için onlara şöyle denir: "Haydi Cehennem azabını tadın!"
﴿إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ﴾
Gerçekten biz, bu alemdeki her şeyi daha önce takdir ettiğimiz, ilim ve dilememize bağlı olarak Levh-i Mahfûz'da yazdığımız şekilde yarattık.
﴿وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ﴾
Bir şey dilediğimizde, emrimiz ancak bir tek kelime söyleriz. O da; "Ol!" sözüdür, dilediğimiz şey göz kırpması gibi hemen oluverir.
﴿وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾
Andolsun geçmiş ümmetlerden küfürde sizin gibi olanları helâk ettik. Bundan öğüt alıp küfründen geri duran var mı?
﴿وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ﴾
Kulların yaptığı her şey koruyucu meleklerin kitaplarında yazılıdır. Bunlardan hiçbir şey onlara gizli kalmaz.
﴿وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ﴾
Söz ve amellerden küçük ve büyük her şey; Levh-i Mahfuz'daki amel defterlerinde yazılıdır. Bunların karşılığını göreceklerdir.
﴿إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ﴾
Emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınarak Rablerine karşı takva sahibi olanlar Cennetler'de nimet içinde ve akan ırmaklardadır.
﴿فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ﴾
Günah ve boş sözün olmadığı hak meclisindedirler. Her şeye malik, muktedir olan hiçbir şeyin O'nu aciz bırakamayacağı hükümdarın huzurundadırlar. O'nun katından nail oldukları devamlı nimetlerden sorma.
الترجمات والتفاسير لهذه السورة:
- سورة القمر : الترجمة الأمهرية አማርኛ - الأمهرية
- سورة القمر : اللغة العربية - المختصر في تفسير القرآن الكريم العربية - العربية
- سورة القمر : اللغة العربية - التفسير الميسر العربية - العربية
- سورة القمر : اللغة العربية - معاني الكلمات العربية - العربية
- سورة القمر : الترجمة الأسامية অসমীয়া - الأسامية
- سورة القمر : الترجمة الأذرية Azərbaycanca / آذربايجان - الأذرية
- سورة القمر : الترجمة البنغالية বাংলা - البنغالية
- سورة القمر : الترجمة البوسنية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bosanski - البوسنية
- سورة القمر : الترجمة البوسنية - كوركت Bosanski - البوسنية
- سورة القمر : الترجمة البوسنية - ميهانوفيتش Bosanski - البوسنية
- سورة القمر : الترجمة الألمانية - بوبنهايم Deutsch - الألمانية
- سورة القمر : الترجمة الألمانية - أبو رضا Deutsch - الألمانية
- سورة القمر : الترجمة الإنجليزية - صحيح انترناشونال English - الإنجليزية
- سورة القمر : الترجمة الإنجليزية - هلالي-خان English - الإنجليزية
- سورة القمر : الترجمة الإسبانية Español - الإسبانية
- سورة القمر : الترجمة الإسبانية - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة القمر : الترجمة الإسبانية (أمريكا اللاتينية) - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة القمر : الترجمة الفارسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم فارسی - الفارسية
- سورة القمر : الترجمة الفارسية - دار الإسلام فارسی - الفارسية
- سورة القمر : الترجمة الفارسية - حسين تاجي فارسی - الفارسية
- سورة القمر : الترجمة الفرنسية - المنتدى الإسلامي Français - الفرنسية
- سورة القمر : الترجمة الفرنسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Français - الفرنسية
- سورة القمر : الترجمة الغوجراتية ગુજરાતી - الغوجراتية
- سورة القمر : الترجمة الهوساوية هَوُسَ - الهوساوية
- سورة القمر : الترجمة الهندية हिन्दी - الهندية
- سورة القمر : الترجمة الإندونيسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة القمر : الترجمة الإندونيسية - شركة سابق Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة القمر : الترجمة الإندونيسية - المجمع Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة القمر : الترجمة الإندونيسية - وزارة الشؤون الإسلامية Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة القمر : الترجمة الإيطالية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Italiano - الإيطالية
- سورة القمر : الترجمة الإيطالية Italiano - الإيطالية
- سورة القمر : الترجمة اليابانية 日本語 - اليابانية
- سورة القمر : الترجمة الكازاخية - مجمع الملك فهد Қазақша - الكازاخية
- سورة القمر : الترجمة الكازاخية - جمعية خليفة ألطاي Қазақша - الكازاخية
- سورة القمر : الترجمة الخميرية ភាសាខ្មែរ - الخميرية
- سورة القمر : الترجمة الكورية 한국어 - الكورية
- سورة القمر : الترجمة الكردية Kurdî / كوردی - الكردية
- سورة القمر : الترجمة المليبارية മലയാളം - المليبارية
- سورة القمر : الترجمة الماراتية मराठी - الماراتية
- سورة القمر : الترجمة النيبالية नेपाली - النيبالية
- سورة القمر : الترجمة الأورومية Oromoo - الأورومية
- سورة القمر : الترجمة البشتوية پښتو - البشتوية
- سورة القمر : الترجمة البرتغالية Português - البرتغالية
- سورة القمر : الترجمة السنهالية සිංහල - السنهالية
- سورة القمر : الترجمة الصومالية Soomaaliga - الصومالية
- سورة القمر : الترجمة الألبانية Shqip - الألبانية
- سورة القمر : الترجمة التاميلية தமிழ் - التاميلية
- سورة القمر : الترجمة التلجوية తెలుగు - التلجوية
- سورة القمر : الترجمة الطاجيكية - عارفي Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة القمر : الترجمة الطاجيكية Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة القمر : الترجمة التايلاندية ไทย / Phasa Thai - التايلاندية
- سورة القمر : الترجمة الفلبينية (تجالوج) للمختصر في تفسير القرآن الكريم Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة القمر : الترجمة الفلبينية (تجالوج) Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة القمر : الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Türkçe - التركية
- سورة القمر : الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة Türkçe - التركية
- سورة القمر : الترجمة التركية - شعبان بريتش Türkçe - التركية
- سورة القمر : الترجمة التركية - مجمع الملك فهد Türkçe - التركية
- سورة القمر : الترجمة الأويغورية Uyƣurqə / ئۇيغۇرچە - الأويغورية
- سورة القمر : الترجمة الأوكرانية Українська - الأوكرانية
- سورة القمر : الترجمة الأردية اردو - الأردية
- سورة القمر : الترجمة الأوزبكية - علاء الدين منصور Ўзбек - الأوزبكية
- سورة القمر : الترجمة الأوزبكية - محمد صادق Ўзбек - الأوزبكية
- سورة القمر : الترجمة الفيتنامية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Vèneto - الفيتنامية
- سورة القمر : الترجمة الفيتنامية Vèneto - الفيتنامية
- سورة القمر : الترجمة اليورباوية Yorùbá - اليوروبا
- سورة القمر : الترجمة الصينية 中文 - الصينية