الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة
ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها فريق مركز رواد الترجمة بالتعاون مع موقع دار الأسلام www.islamhouse.com.﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ ص ۚ وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ﴾
Sâd. Öğüt dolu Kur’an’a yemin olsun ki!
﴿بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ﴾
Hayır. O inkâr edenler bir büyüklenme ve ayrılık içindedirler.
﴿كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ﴾
Onlardan önce nice nesiller helâk ettik, onlar da feryat ettiler. Hâlbuki kurtulma vakti değildi.
﴿وَعَجِبُوا أَنْ جَاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ ۖ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ﴾
Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar. Kâfirler dedi ki: "Bu, yalancı bir sihirbazdır!"
﴿أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَٰهًا وَاحِدًا ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ﴾
İlahları tek bir ilah mı yaptı? Bu, hayret edilecek bir şeydir.
﴿وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَىٰ آلِهَتِكُمْ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ﴾
Onların ileri gelenleri: "Yürüyün! İlahlarınız üzerinde sebat/kararlılık gösterin. Sizden istenen şey budur." diye harekete geçtiler.
﴿مَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ إِنْ هَٰذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ﴾
Biz bunu diğer dinde de işitmedik. Bu sadece bir uydurmadır.
﴿أَأُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَا ۚ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِنْ ذِكْرِي ۖ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِ﴾
Kur’an, aramızdan ona mı indirilmiş? Hayır! Onlar zikrimden şüphe ediyorlar. Çünkü henüz azabımı tatmadılar.
﴿أَمْ عِنْدَهُمْ خَزَائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَزِيزِ الْوَهَّابِ﴾
Yoksa, güçlü ve çok ihsan sahibi olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?
﴿أَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْأَسْبَابِ﴾
Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü onlara mı ait? Öyle ise sebeplere tutunarak göğe yükselsinler.
﴿جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْأَحْزَابِ﴾
Onlar burada takım takım bozguna uğramış perişan bir ordudur.
﴿كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْأَوْتَادِ﴾
Onlardan önce Nuh kavmi, Ad (kavmi) ve kazıklar sahibi Firavun da yalanlamıştı.
﴿وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ ۚ أُولَٰئِكَ الْأَحْزَابُ﴾
Semud ve Lut’un kavmi de, Eyke halkı da. İşte onlar da birer grup idiler.
﴿إِنْ كُلٌّ إِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ﴾
Onların her biri rasûlleri yalanladılar da azabımı hak ettiler.
﴿وَمَا يَنْظُرُ هَٰؤُلَاءِ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ﴾
Onlar geri dönüşü olmayan bir tek çığlıktan başka bir şey beklemiyorlar.
﴿وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ﴾
"Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim payımızı çabucak ver." derler.
﴿اصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُودَ ذَا الْأَيْدِ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ﴾
Onların söylediklerine sabırlı ol. O kuvvet sahibi kulumuz Davud'u hatırla. O, her zaman Allah'a yönelirdi.
﴿إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ﴾
Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik. Akşam ve sabah onlar kendisiyle (Davud ile) birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi.
﴿وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً ۖ كُلٌّ لَهُ أَوَّابٌ﴾
Toplanmış kuşlarda (onunla birlikte tesbih ettiler) Hepsi de ona yönelip, uydular.
﴿وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَآتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ﴾
Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiştik. Ona hikmet ve kesin hüküm kabiliyeti vermiştik.
﴿۞ وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ﴾
Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.
﴿إِذْ دَخَلُوا عَلَىٰ دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ خَصْمَانِ بَغَىٰ بَعْضُنَا عَلَىٰ بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَىٰ سَوَاءِ الصِّرَاطِ﴾
Davud’un yanına gitmişlerdi de, Davud onlardan korkmuştu. "Korkma! Biz birbirine hasım iki davacıyız. Aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme; bize doğru yolu göster." dediler.
﴿إِنَّ هَٰذَا أَخِي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْنِيهَا وَعَزَّنِي فِي الْخِطَابِ﴾
Bu benim kardeşimdir, onun doksan dokuz koyunu, benim ise tek bir koyunum var. "Onu da bana ver.” Dedi ve tartışmada beni bastırdı."
﴿قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَىٰ نِعَاجِهِ ۖ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ الْخُلَطَاءِ لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَا هُمْ ۗ وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ ۩﴾
Davud: "Koyununu kendi koyunları arasına katmak istemekle sana haksızlık etmiş. Zaten ortakların çoğu, birbirlerine zulmeder. Ancak iman eden salih amellerde bulunanlar müstesna. Bunlar da ne kadar azdır!" dedi. Davud, kendisini imtihan ettiğimizi anlamış ve Rabbinden bağışlanma dileyerek secdeye kapanmış ve O’na yönelmişti.
﴿فَغَفَرْنَا لَهُ ذَٰلِكَ ۖ وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَآبٍ﴾
Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.
﴿يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَىٰ فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ﴾
Ey Davud! Seni yeryüzünde bir halife kıldık. O halde insanlar arasında hak/adaletle hüküm ver. Heva ve hevese uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanlara ise hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır.
﴿وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ۚ ذَٰلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ﴾
Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, kâfirlerin zannıdır. Vay o kâfirlerin ateşteki haline!
﴿أَمْ نَجْعَلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِدِينَ فِي الْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّقِينَ كَالْفُجَّارِ﴾
Yoksa iman edip salih amellerde bulunanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa takva sahiplerini facirler gibi mi tutacağız?
﴿كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ﴾
(Bu), ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
﴿وَوَهَبْنَا لِدَاوُودَ سُلَيْمَانَ ۚ نِعْمَ الْعَبْدُ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ﴾
Davud’a Süleyman’ı bağışladık. O, ne güzel bir kuldu. Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi.
﴿إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ﴾
Hani akşama doğru kendisine, üç ayağının üzerinde durup bir ayağını tırnağının üzerine diken (çalımlı ve safkan) atlar sunulmuştu.
﴿فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبِّي حَتَّىٰ تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ﴾
O da şöyle demişti: "Hayrı sevmek beni, Rabbimin zikrinden alıkoydu. Nihayet (güneş) perdenin arkasına gizlendi."
﴿رُدُّوهَا عَلَيَّ ۖ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْأَعْنَاقِ﴾
“Onları bana geri getirin.” (dedi). Sonra da (onların) bacaklarını ve boyunlarını vurmaya başladı.
﴿وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَىٰ كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ﴾
Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik. Sonra tevbe edip bize yöneldi.
﴿قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي ۖ إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ﴾
Dedi ki: “Rabbim, bana mağfiret buyur ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ver. Şüphesiz, sen çok ihsan sahibisin."
﴿فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ﴾
Böylece biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Onun emriyle dilediği tarafa yumuşak bir şekilde akıp gidiyordu.
﴿وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ بَنَّاءٍ وَغَوَّاصٍ﴾
Bütün bina ustası ve dalgıç Şeytanları da (onun emrine verdik).
﴿وَآخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ﴾
Bukağılara vurulmuş halde birbirlerine yaklaştırılmış olan daha başkalarını da (onun hizmetine verdik).
﴿هَٰذَا عَطَاؤُنَا فَامْنُنْ أَوْ أَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ﴾
“İşte bu, bizim hesapsız ihsanımızdır. Artık dilersen (başkalarına) ihsan et, dilersen de (elinde) tut.”
﴿وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَآبٍ﴾
Şüphesiz onun bizim katımızda bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.
﴿وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ﴾
Kulumuz Eyyub’u da an. Hani Rabbine: “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap verdi." diye seslenmişti.
﴿ارْكُضْ بِرِجْلِكَ ۖ هَٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ﴾
“Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (dedik).”
﴿وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرَىٰ لِأُولِي الْأَلْبَابِ﴾
Ona katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olması üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını daha bahşettik.
﴿وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهِ وَلَا تَحْنَثْ ۗ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا ۚ نِعْمَ الْعَبْدُ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ﴾
"Eline bir demet sap al da onunla vur, yemini böyle yerine getir." Gerçekten Eyyûb sabırlı (bir kul) idi. O, ne iyi kuldu daima Allah’a yönelirdi.
﴿وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ أُولِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ﴾
Güç ve basiret sahibi kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da an.
﴿إِنَّا أَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِ﴾
Biz onları, özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlaslı kimseler kıldık.
﴿وَإِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ﴾
Çünkü onlar, katımızda seçilmiş ve hayırlı kimselerden idiler.
﴿وَاذْكُرْ إِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِ ۖ وَكُلٌّ مِنَ الْأَخْيَارِ﴾
İsmail’i, Elyasa’yı ve Zülkifl’i de an. Hepsi de hayırlı kimselerden idiler.
﴿هَٰذَا ذِكْرٌ ۚ وَإِنَّ لِلْمُتَّقِينَ لَحُسْنَ مَآبٍ﴾
Bu bir anmadır. Doğrusu Allah'tan korkanlar için varılacak güzel bir yer vardır.
﴿جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْأَبْوَابُ﴾
Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn Cennetleri vardır.
﴿مُتَّكِئِينَ فِيهَا يَدْعُونَ فِيهَا بِفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ وَشَرَابٍ﴾
Orada koltuklarına kurulmuşlar, birçok meyve ve içecek isterler.
﴿۞ وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ أَتْرَابٌ﴾
Yanlarında bakışlarını yalnız kendilerine dikmiş yaşıt eşler vardır.
﴿هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ﴾
İşte hesap günü için size vadedilen budur.
﴿إِنَّ هَٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍ﴾
Şüphesiz bu, bizim (ihsan ettiğimiz) rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok.
﴿هَٰذَا ۚ وَإِنَّ لِلطَّاغِينَ لَشَرَّ مَآبٍ﴾
Bu (takva sahipleri içindi; ama) azgınlar içinse muhakkak varılacak kötü bir yer vardır.
﴿جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمِهَادُ﴾
Cehennem. Onlar oraya girerler. Orası ne kötü bir yataktır!
﴿هَٰذَا فَلْيَذُوقُوهُ حَمِيمٌ وَغَسَّاقٌ﴾
İşte bu kaynar su ve irindir, artık onu tatsınlar.
﴿وَآخَرُ مِنْ شَكْلِهِ أَزْوَاجٌ﴾
O türden başka çeşit çeşit (azap) daha vardır.
﴿هَٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْ ۖ لَا مَرْحَبًا بِهِمْ ۚ إِنَّهُمْ صَالُو النَّارِ﴾
(Kendi aralarında şöyle derler:) “İşte şunlar sizinle beraber (elim ateşe) girecek olanlardır.” (Zalimler ise der ki:) “Onlar rahat yüzü görmesinler! Onlar (da bizim gibi) ateşe gireceklerdir.”
﴿قَالُوا بَلْ أَنْتُمْ لَا مَرْحَبًا بِكُمْ ۖ أَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَا ۖ فَبِئْسَ الْقَرَارُ﴾
(Zalimlere uyanlar ise:) “Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin. Onu bize siz sundunuz. Ne kötü bir yerdir.” diyeceklerdir.
﴿قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هَٰذَا فَزِدْهُ عَذَابًا ضِعْفًا فِي النَّارِ﴾
“Rabbimiz! Kim bunu bizim önümüze sürdüyse, onun ateşteki azabını kat kat arttır.” derler.
﴿وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرَىٰ رِجَالًا كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْأَشْرَارِ﴾
Derler ki: "Ne oluyor da, kendilerini kötülerden saydığımız adamları göremiyoruz?"
﴿أَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِيًّا أَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْأَبْصَارُ﴾
Biz onlarla alay ederdik. Yoksa gözler mi onlardan kaydı (da göremiyoruz)?”
﴿إِنَّ ذَٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ أَهْلِ النَّارِ﴾
İşte cehennem halkının birbiriyle olan bu tartışması kesin gerçektir.
﴿قُلْ إِنَّمَا أَنَا مُنْذِرٌ ۖ وَمَا مِنْ إِلَٰهٍ إِلَّا اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ﴾
De ki: "Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve Kahhâr olan Allah’tan başka bir (hak) ilah yoktur."
﴿رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ﴾
(O) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir, çok güçlüdür, çok bağışlayandır.
﴿قُلْ هُوَ نَبَأٌ عَظِيمٌ﴾
De ki: "Bu (Kur'an), büyük bir haberdir."
﴿أَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ﴾
Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.
﴿مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ إِذْ يَخْتَصِمُونَ﴾
Yüce topluluk (mele-i a'la) aralarında tartışırlarken benim hiçbir bilgim yoktu.
﴿إِنْ يُوحَىٰ إِلَيَّ إِلَّا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ﴾
“Ben, ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor.”
﴿إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ طِينٍ﴾
Hani Rabbin meleklere; “Gerçekten ben çamurdan bir beşer yaratacağım.” demişti.
﴿فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ﴾
Ben şeklini verip, ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın.”
﴿فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ﴾
Meleklerin tümü hep birlikte secdeye kapandılar.
﴿إِلَّا إِبْلِيسَ اسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ﴾
İblis müstesnâ. Büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
﴿قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ ۖ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَالِينَ﴾
(Allah) Buyurdu ki: "Ey İblis! İki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasladın yoksa yücelerden mi oldun?"
﴿قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ ۖ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ﴾
Dedi ki: “Ben ondan daha hayırlıyım. Sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
﴿قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ﴾
(Allah) buyurdu ki: "Öyleyse çık oradan. Sen artık kovulmuş birisin."
﴿وَإِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَتِي إِلَىٰ يَوْمِ الدِّينِ﴾
“Ve şüphesiz ceza gününe kadar benim lanetim senin üzerindedir.”
﴿قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ﴾
(İblis): “Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver!” dedi.
﴿قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ﴾
(Allah) buyurdu ki: “O halde sen, kendisine mühlet verilenlerdensin.''
﴿إِلَىٰ يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ﴾
Vakti bilinen bir güne kadar.
﴿قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ﴾
"Senin izzetin adına yemin ederim ki, onların hepsini aldatıp saptıracağım." dedi.
﴿إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ﴾
Ancak, içlerinde ihlas sahibi kulların müstesna.
﴿قَالَ فَالْحَقُّ وَالْحَقَّ أَقُولُ﴾
(Allah) Buyurdu ki: “İşte bu haktır ve ben hakkı söylerim.”
﴿لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ أَجْمَعِينَ﴾
Cehennem'i tamamen senden olanlar ve sana uyanlarla dolduracağım.
﴿قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ﴾
De ki: "Ben sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir yükümlülük getirenlerden de değilim."
﴿إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ﴾
O, yalnızca bütün âlemler için bir öğüttür.
﴿وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ﴾
Onun haberini bir süre sonra bileceksiniz.
الترجمات والتفاسير لهذه السورة:
- سورة ص : الترجمة الأمهرية አማርኛ - الأمهرية
- سورة ص : اللغة العربية - المختصر في تفسير القرآن الكريم العربية - العربية
- سورة ص : اللغة العربية - التفسير الميسر العربية - العربية
- سورة ص : اللغة العربية - معاني الكلمات العربية - العربية
- سورة ص : الترجمة الأسامية অসমীয়া - الأسامية
- سورة ص : الترجمة الأذرية Azərbaycanca / آذربايجان - الأذرية
- سورة ص : الترجمة البنغالية বাংলা - البنغالية
- سورة ص : الترجمة البوسنية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bosanski - البوسنية
- سورة ص : الترجمة البوسنية - كوركت Bosanski - البوسنية
- سورة ص : الترجمة البوسنية - ميهانوفيتش Bosanski - البوسنية
- سورة ص : الترجمة الألمانية - بوبنهايم Deutsch - الألمانية
- سورة ص : الترجمة الألمانية - أبو رضا Deutsch - الألمانية
- سورة ص : الترجمة الإنجليزية - صحيح انترناشونال English - الإنجليزية
- سورة ص : الترجمة الإنجليزية - هلالي-خان English - الإنجليزية
- سورة ص : الترجمة الإسبانية Español - الإسبانية
- سورة ص : الترجمة الإسبانية - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة ص : الترجمة الإسبانية (أمريكا اللاتينية) - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة ص : الترجمة الفارسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم فارسی - الفارسية
- سورة ص : الترجمة الفارسية - دار الإسلام فارسی - الفارسية
- سورة ص : الترجمة الفارسية - حسين تاجي فارسی - الفارسية
- سورة ص : الترجمة الفرنسية - المنتدى الإسلامي Français - الفرنسية
- سورة ص : الترجمة الفرنسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Français - الفرنسية
- سورة ص : الترجمة الغوجراتية ગુજરાતી - الغوجراتية
- سورة ص : الترجمة الهوساوية هَوُسَ - الهوساوية
- سورة ص : الترجمة الهندية हिन्दी - الهندية
- سورة ص : الترجمة الإندونيسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة ص : الترجمة الإندونيسية - شركة سابق Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة ص : الترجمة الإندونيسية - المجمع Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة ص : الترجمة الإندونيسية - وزارة الشؤون الإسلامية Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة ص : الترجمة الإيطالية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Italiano - الإيطالية
- سورة ص : الترجمة الإيطالية Italiano - الإيطالية
- سورة ص : الترجمة اليابانية 日本語 - اليابانية
- سورة ص : الترجمة الكازاخية - مجمع الملك فهد Қазақша - الكازاخية
- سورة ص : الترجمة الكازاخية - جمعية خليفة ألطاي Қазақша - الكازاخية
- سورة ص : الترجمة الخميرية ភាសាខ្មែរ - الخميرية
- سورة ص : الترجمة الكورية 한국어 - الكورية
- سورة ص : الترجمة الكردية Kurdî / كوردی - الكردية
- سورة ص : الترجمة المليبارية മലയാളം - المليبارية
- سورة ص : الترجمة الماراتية मराठी - الماراتية
- سورة ص : الترجمة النيبالية नेपाली - النيبالية
- سورة ص : الترجمة الأورومية Oromoo - الأورومية
- سورة ص : الترجمة البشتوية پښتو - البشتوية
- سورة ص : الترجمة البرتغالية Português - البرتغالية
- سورة ص : الترجمة السنهالية සිංහල - السنهالية
- سورة ص : الترجمة الصومالية Soomaaliga - الصومالية
- سورة ص : الترجمة الألبانية Shqip - الألبانية
- سورة ص : الترجمة التاميلية தமிழ் - التاميلية
- سورة ص : الترجمة التلجوية తెలుగు - التلجوية
- سورة ص : الترجمة الطاجيكية - عارفي Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة ص : الترجمة الطاجيكية Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة ص : الترجمة التايلاندية ไทย / Phasa Thai - التايلاندية
- سورة ص : الترجمة الفلبينية (تجالوج) للمختصر في تفسير القرآن الكريم Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة ص : الترجمة الفلبينية (تجالوج) Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة ص : الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Türkçe - التركية
- سورة ص : الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة Türkçe - التركية
- سورة ص : الترجمة التركية - شعبان بريتش Türkçe - التركية
- سورة ص : الترجمة التركية - مجمع الملك فهد Türkçe - التركية
- سورة ص : الترجمة الأويغورية Uyƣurqə / ئۇيغۇرچە - الأويغورية
- سورة ص : الترجمة الأوكرانية Українська - الأوكرانية
- سورة ص : الترجمة الأردية اردو - الأردية
- سورة ص : الترجمة الأوزبكية - علاء الدين منصور Ўзбек - الأوزبكية
- سورة ص : الترجمة الأوزبكية - محمد صادق Ўзбек - الأوزبكية
- سورة ص : الترجمة الفيتنامية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Vèneto - الفيتنامية
- سورة ص : الترجمة الفيتنامية Vèneto - الفيتنامية
- سورة ص : الترجمة اليورباوية Yorùbá - اليوروبا
- سورة ص : الترجمة الصينية 中文 - الصينية