الترجمة التركية - شعبان بريتش
ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها شعبان بريتش. ملاحظة: ترجمات بعض الآيات (مشار إليها) تم تصويبها بمعرفة مركز رواد الترجمة، مع إتاحة الاطلاع على الترجمة الأصلية لغرض إبداء الرأي والتقييم والتطوير المستمر.﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ يس﴾
Yâ Sîn.
﴿وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ﴾
Kur'an-ı Hakim'e yemin olsun.
﴿إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ﴾
Sen elbette gönderilen rasûllerdensin.
﴿عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ﴾
Dosdoğru bir yol üzerindesin.
﴿تَنْزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ﴾
(Bu Kur'an) Aziz ve Rahim olan (Allah'ın) indirmesidir.
﴿لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أُنْذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ﴾
Ta ki, ataları uyarılmamış, kendileri de gaflet içinde (kalmış) kimseler olan bir kavmi uyarasın.
﴿لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَىٰ أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ﴾
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler.
﴿إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلَالًا فَهِيَ إِلَى الْأَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ﴾
Biz, onların boyunlarına, çenelerine varan halkalar geçirdik. Onun için başları kalkıktır.
﴿وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ﴾
Önlerine bir set, arkalarına da bir set çekerek onları bürüdük de artık göremezler.
﴿وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ﴾
Onları uyarsan da uyarmasan da birdir, iman etmezler.
﴿إِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَٰنَ بِالْغَيْبِ ۖ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ﴾
Sen ancak, Kur’an’a uyan, görmediği halde Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Onları bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele!
﴿إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ﴾
Şüphesiz biz, ölüleri diriltiriz ve onların yaptıkları her işi ve bıraktıkları izleri yazarız. Her şeyi açık bir kitapta toplamışızdır!
﴿وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءَهَا الْمُرْسَلُونَ﴾
Kendilerine elçiler gelmiş olan belde halkının misalini anlat onlara.
﴿إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ﴾
Hani onlara iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı. Bir üçüncüsü ile onları güçlendirmiştik. Biz, size gönderilen elçileriz, demişlerdi.
﴿قَالُوا مَا أَنْتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَمَا أَنْزَلَ الرَّحْمَٰنُ مِنْ شَيْءٍ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا تَكْذِبُونَ﴾
Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahman, hiç bir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz, diye cevap vermişlerdi.
﴿قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ﴾
Elçiler ise: Rabbimiz biliyor ki biz size gönderilen elçileriz, diye karşılık verdiler.
﴿وَمَا عَلَيْنَا إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ﴾
Bizim görevimiz apaçık tebliğ/duyurmaktan başka bir şey değildir.
﴿قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ ۖ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ﴾
Onlar dediler ki: Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işe bir son vermezseniz, sizi taşa tutarız ve bizden acı bir azap dokunur size.
﴿قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ ۚ أَئِنْ ذُكِّرْتُمْ ۚ بَلْ أَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ﴾
Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildi diye mi? Hayır! Siz aşırı giden bir toplumsunuz, dediler.
﴿وَجَاءَ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَىٰ قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ﴾
Şehrin öbür ucundan koşa koşa bir adam geldi: Ey halkım! Elçilere tabi olun, dedi..
﴿اتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ﴾
Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun. Onlar, hidayet üzeredirler.
﴿وَمَا لِيَ لَا أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ﴾
Hem ben neden, beni yaratana ibadet etmeyeyim? Hâlbuki siz de O’na döndürüleceksiniz.
﴿أَأَتَّخِذُ مِنْ دُونِهِ آلِهَةً إِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمَٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلَا يُنْقِذُونِ﴾
O’ndan başkasını ilahlar edinir miyim? Rahman bana bir zarar istese, onların şefaati bana hiç bir yarar sağlamaz ve beni kurtaramazlar.
﴿إِنِّي إِذًا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ﴾
Üstelik ben o zaman apaçık sapıklıkta olurum.
﴿إِنِّي آمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ﴾
Şüphesiz ben, Rabbinize iman ettim, beni dinleyin!
﴿قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ ۖ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ﴾
Ona: Cennet'e gir, denildi. O da: Keşke kavmim bilseydi.
﴿بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ﴾
Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama layık kimselerden kıldığını…
﴿۞ وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَىٰ قَوْمِهِ مِنْ بَعْدِهِ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِلِينَ﴾
Biz ondan sonra, onun kavmini helak etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik.
﴿إِنْ كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ﴾
Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.
﴿يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ ۚ مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ﴾
Ne yazık şu kullara! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onunla sadece alay ederlerdi.
﴿أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ﴾
Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmüyorlar mı? Onlar, bir daha kendilerine dönmemektedirler.
﴿وَإِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ﴾
Ve hepsi toplanıp huzurumuza çıkarılacaklardır.
﴿وَآيَةٌ لَهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ﴾
Ölü toprak kendileri için bir ayettir. Biz, onu diriltip, ondan yedikleri ekin çıkarırız.
﴿وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنَ الْعُيُونِ﴾
Yine orada, hurma ve üzüm bahçeleri yetiştiririz. Aralarından da pınarlar fışkırtırız.
﴿لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِهِ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ﴾
Ürünlerinden ve yetiştirdiklerinden yesinler diye. Hâlâ şükretmiyorlar mı?
﴿سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ﴾
Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah (eksikliklerden) münezzehtir.
﴿وَآيَةٌ لَهُمُ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُمْ مُظْلِمُونَ﴾
Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, birden onlar karanlıkta kalıverirler.
﴿وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ﴾
Güneş de karar kılacağı yere akıp gider. İşte bu, Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiridir.
﴿وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّىٰ عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ﴾
Ay’a da menziller belirledik ki, sonunda kuru bir hurma dalı gibi olur da geri döner.
﴿لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ ۚ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ﴾
Ne Güneş'in Ay'a yetişmesi mümkündür. Ne de gündüzün geceyi geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzerler.
﴿وَآيَةٌ لَهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ﴾
Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ayettir.
﴿وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ﴾
Ve onlar için daha başka taşıtlar da yarattık.
﴿وَإِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَ﴾
Eğer istersek onları suda boğarız. Onlara bir yardımcı da bulunmaz, kendi kendilerine de kurtulamazlar.
﴿إِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعًا إِلَىٰ حِينٍ﴾
Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırmamız müstesnadır.
﴿وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ﴾
Önünüzdekinden ve arkanızdakinden (dünya ve âhiret azâbından) sakının; umulur ki size merhamet olunur denildiğinde (yüz çevirirler).
﴿وَمَا تَأْتِيهِمْ مِنْ آيَةٍ مِنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ﴾
Ve onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet geldiği zaman, ancak ondan yüz çevirenler oldular.
﴿وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ﴾
Kendilerine: Allah’ın size verdiği rızıklardan infak edin denildiği zaman; kâfirler, iman edenlere; Allah'ın dilediği takdirde yedirip doyuracağı kişiyi acaba biz mi doyuracağız? Gerçekten siz apaçık bir sapıklık içindesiniz.”
﴿وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ﴾
Eğer doğru söylüyorsanız, bu vaad ne zaman yerine gelecek? derler.
﴿مَا يَنْظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ﴾
Onlar, tek bir çığlıktan başka bir şey beklemiyorlar. Birbirleriyle çekişip dururlarken onları yakalayacak.
﴿فَلَا يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلَا إِلَىٰ أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ﴾
(O zaman) Ne bir vasiyet edebilirler, ne de ailelerine geri dönebilirler
﴿وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُمْ مِنَ الْأَجْدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ﴾
Sur'a üflenince, hemen kabirlerinden Rablerine doğru koşarak çıkarlar.
﴿قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا ۜ ۗ هَٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ﴾
Eyvah bize! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın vadettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler, derler.
﴿إِنْ كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ﴾
Yalnızca korkunç bir çığlık. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.
﴿فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ﴾
Artık bugün kimseye hiçbir haksızlıkta bulunulmaz ve ne yapmışsanız ancak onun karşılığını göreceksiniz.
﴿إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ﴾
Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler.
﴿هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ﴾
Kendileri ve eşleri gölgeliklerde, koltuklara yaslanmışlardır.
﴿لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ﴾
Orada, onlar için meyveler vardır. Canlarının istediği her şey onlarındır.
﴿سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ﴾
Rahim olan Rabden selam sözü vardır.
﴿وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ﴾
Ey günahkârlar! Bugün siz (bir tarafa) ayrılın!
﴿۞ أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ ۖ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ﴾
"Ey Adem oğulları! Size, şeytana ibadet etmeyin, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır." demedim mi?
﴿وَأَنِ اعْبُدُونِي ۚ هَٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ﴾
Bana ibadet edin. Dosdoğru yol budur, diye buyurmamış mıydım?
﴿وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا ۖ أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ﴾
O, sizden çoğu toplumları saptırmıştı. Hiç mi akıl erdirmiyordunuz?
﴿هَٰذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ﴾
İşte size vaat olunan Cehennem!
﴿اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ﴾
Küfredişiniz sebebiyle bugün girin oraya!
﴿الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَىٰ أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ﴾
Bugün, onların ağızlarını mühürleyeceğiz, bizimle elleri konuşacak. Ayakları da yapıp, kazandıklarına şahitlik edecektir.
﴿وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَىٰ أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ﴾
Dileseydik, gözlerini tamamen kör ederdik de, o zaman doğru yolu bulmaya koşuşurlardı. Oysa nasıl görebilirler?
﴿وَلَوْ نَشَاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَىٰ مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ﴾
Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik de, ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi, ne de geri gelmeye.
﴿وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ ۖ أَفَلَا يَعْقِلُونَ﴾
Kime uzun ömür verirsek onu yaratılışında tersine döndürürüz. Hala akletmiyorlar mı?
﴿وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِي لَهُ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُبِينٌ﴾
Ona şiir öğretmedik, ona yakışmaz da. Bu, yalnızca bir hatırlatma ve apaçık Kur’an’dır.
﴿لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ﴾
Diri olanları uyarmak ve sözün (azabın) kâfirler üzerine gerçekleşmesi içindir.
﴿أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ﴾
Kendi elimizle yaparak, onlar için yarattığımız hayvanları görmüyorlar mı? Onlara sahip olmaktadırlar.
﴿وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ﴾
O hayvanları onlara boyun eğdirdik, onlardan kimine biniyorlar, kiminin de etini yiyorlar.
﴿وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ﴾
O hayvanlarda, insanlar için daha başka faydalar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmiyorlar mı?
﴿وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ﴾
Kendilerine yardımlarını umarak Allah’tan başka ilahlar edindiler.
﴿لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ﴾
Halbuki ilahların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için askerlerdir (ve ateşte) hazırdırlar.
﴿فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ ۘ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ﴾
Onların sözleri seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de açıkladıklarını da elbette biliyoruz.
﴿أَوَلَمْ يَرَ الْإِنْسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ﴾
İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu? Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş.
﴿وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ ۖ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ﴾
Kendi yaratılışını unutup, bize örnek veriyor: Bu çürümüş kemikleri kim diriltebilir? diyor.
﴿قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ ۖ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ﴾
De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir.
﴿الَّذِي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ﴾
Sizin için yeşil ağaçtan ateş çıkaran O’dur. Nitekim siz onunla ateş yakıyorsunuz.
﴿أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَىٰ أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ ۚ بَلَىٰ وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ﴾
Gökleri ve yeri yaratanın, onların benzerlerini yaratmaya gücü yetmez mi? Elbette yeter.O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.
﴿إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ﴾
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri, ona yalnızca: “Ol!” demesidir; o da hemen oluverir.
﴿فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ﴾
Her şeyin mülkü elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah (noksanlıklardan) münezzehtir.
الترجمات والتفاسير لهذه السورة:
- سورة يس : الترجمة الأمهرية አማርኛ - الأمهرية
- سورة يس : اللغة العربية - المختصر في تفسير القرآن الكريم العربية - العربية
- سورة يس : اللغة العربية - التفسير الميسر العربية - العربية
- سورة يس : اللغة العربية - معاني الكلمات العربية - العربية
- سورة يس : الترجمة الأسامية অসমীয়া - الأسامية
- سورة يس : الترجمة الأذرية Azərbaycanca / آذربايجان - الأذرية
- سورة يس : الترجمة البنغالية বাংলা - البنغالية
- سورة يس : الترجمة البوسنية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bosanski - البوسنية
- سورة يس : الترجمة البوسنية - كوركت Bosanski - البوسنية
- سورة يس : الترجمة البوسنية - ميهانوفيتش Bosanski - البوسنية
- سورة يس : الترجمة الألمانية - بوبنهايم Deutsch - الألمانية
- سورة يس : الترجمة الألمانية - أبو رضا Deutsch - الألمانية
- سورة يس : الترجمة الإنجليزية - صحيح انترناشونال English - الإنجليزية
- سورة يس : الترجمة الإنجليزية - هلالي-خان English - الإنجليزية
- سورة يس : الترجمة الإسبانية Español - الإسبانية
- سورة يس : الترجمة الإسبانية - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة يس : الترجمة الإسبانية (أمريكا اللاتينية) - المنتدى الإسلامي Español - الإسبانية
- سورة يس : الترجمة الفارسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم فارسی - الفارسية
- سورة يس : الترجمة الفارسية - دار الإسلام فارسی - الفارسية
- سورة يس : الترجمة الفارسية - حسين تاجي فارسی - الفارسية
- سورة يس : الترجمة الفرنسية - المنتدى الإسلامي Français - الفرنسية
- سورة يس : الترجمة الفرنسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Français - الفرنسية
- سورة يس : الترجمة الغوجراتية ગુજરાતી - الغوجراتية
- سورة يس : الترجمة الهوساوية هَوُسَ - الهوساوية
- سورة يس : الترجمة الهندية हिन्दी - الهندية
- سورة يس : الترجمة الإندونيسية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة يس : الترجمة الإندونيسية - شركة سابق Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة يس : الترجمة الإندونيسية - المجمع Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة يس : الترجمة الإندونيسية - وزارة الشؤون الإسلامية Bahasa Indonesia - الأندونيسية
- سورة يس : الترجمة الإيطالية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Italiano - الإيطالية
- سورة يس : الترجمة الإيطالية Italiano - الإيطالية
- سورة يس : الترجمة اليابانية 日本語 - اليابانية
- سورة يس : الترجمة الكازاخية - مجمع الملك فهد Қазақша - الكازاخية
- سورة يس : الترجمة الكازاخية - جمعية خليفة ألطاي Қазақша - الكازاخية
- سورة يس : الترجمة الخميرية ភាសាខ្មែរ - الخميرية
- سورة يس : الترجمة الكورية 한국어 - الكورية
- سورة يس : الترجمة الكردية Kurdî / كوردی - الكردية
- سورة يس : الترجمة المليبارية മലയാളം - المليبارية
- سورة يس : الترجمة الماراتية मराठी - الماراتية
- سورة يس : الترجمة النيبالية नेपाली - النيبالية
- سورة يس : الترجمة الأورومية Oromoo - الأورومية
- سورة يس : الترجمة البشتوية پښتو - البشتوية
- سورة يس : الترجمة البرتغالية Português - البرتغالية
- سورة يس : الترجمة السنهالية සිංහල - السنهالية
- سورة يس : الترجمة الصومالية Soomaaliga - الصومالية
- سورة يس : الترجمة الألبانية Shqip - الألبانية
- سورة يس : الترجمة التاميلية தமிழ் - التاميلية
- سورة يس : الترجمة التلجوية తెలుగు - التلجوية
- سورة يس : الترجمة الطاجيكية - عارفي Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة يس : الترجمة الطاجيكية Тоҷикӣ - الطاجيكية
- سورة يس : الترجمة التايلاندية ไทย / Phasa Thai - التايلاندية
- سورة يس : الترجمة الفلبينية (تجالوج) للمختصر في تفسير القرآن الكريم Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة يس : الترجمة الفلبينية (تجالوج) Tagalog - الفلبينية (تجالوج)
- سورة يس : الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Türkçe - التركية
- سورة يس : الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة Türkçe - التركية
- سورة يس : الترجمة التركية - شعبان بريتش Türkçe - التركية
- سورة يس : الترجمة التركية - مجمع الملك فهد Türkçe - التركية
- سورة يس : الترجمة الأويغورية Uyƣurqə / ئۇيغۇرچە - الأويغورية
- سورة يس : الترجمة الأوكرانية Українська - الأوكرانية
- سورة يس : الترجمة الأردية اردو - الأردية
- سورة يس : الترجمة الأوزبكية - علاء الدين منصور Ўзбек - الأوزبكية
- سورة يس : الترجمة الأوزبكية - محمد صادق Ўзбек - الأوزبكية
- سورة يس : الترجمة الفيتنامية للمختصر في تفسير القرآن الكريم Vèneto - الفيتنامية
- سورة يس : الترجمة الفيتنامية Vèneto - الفيتنامية
- سورة يس : الترجمة اليورباوية Yorùbá - اليوروبا
- سورة يس : الترجمة الصينية 中文 - الصينية